BÜYÜK ASKERİ KURAMCI Clausewitz’in “Savaş sadece politikanın başka araçlarla devamıdır” sözünü bütün devrimci sosyalistler iyi bilir. Clausewitz buradan savaşın kaderini etkileyen en önemli faktörlerden birinin halkın desteği olduğu sonucuna varır. Halkı savaşmak istemeyen bir ordunun savaş kazanması mümkün değildir.
Egemen sınıflar savaşın öncesinde ve başlangıcında emekçi kitleleri ikna etmek savaşa dahil etmek için milliyetçi duyguları kışkırtıp, şövenizmi körüklemekten kaçınmazlar. Savaş karşıtları hareket etmekte, dert anlatmakta güçlük çekebilir. I. Emperyalist savaş öncesinde şövenizm öylesine koyuydu ki, Rosa Luksemburg umutsuzluğa kapılıp intihar etmek istemişti.
Ancak son yüzyılın tarihinin açıkça ortaya çıkardığı gibi çok geçmeden, geniş kitleler vatan millet gazının sahteliğini, savaşın hayatlarını nasıl cehenneme çevirdiğini kavramaya başlarlar. Ve emperyalist rekabetin yıkıcılığının ortasında yeni, savaşsız ve sömürüsüz bir toplum umudu parıldamaya başlar.
1903’de Rusya ve Japonya savaşa tutuştular. İki yıl sonra Rusya’da 1905 devrimi gerçekleşti. 1914’de I. emperyalist paylaşım savaşı başladı. Rus işçi sınıfı savaşa iki devrimle birden karşılık verdi. Şubat 1917’de Çar devrildi, Ekim’de tarihin ilk başarılı işçi devrimi gerçekleşti. Ertesi yıl Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları devrildi.
II. Paylaşım savaşı ertesinde benzer gelişmeler yaşandı. 1939’da Batı Avrupa güçleri arasında başlayan savaş iki yıl içinde tüm dünyayı sardı. Emekçi sınıfların savaşa karşı öfkesi patlamakta gecikmedi. 1943-44 yılları arasında Yunanistan, İtalya ve Fransa’da devrimci dönüşümler yaratacak ölçüde büyük hareketler yaşandı. Üç yıl sonra Çin’de devrimci halk ordusu güçleri Pekin’i ele geçirdi.
1960’larda faşist Portekiz Afrika’daki sömürgelerine savaş açtı. Kazanamadı. Portekiz sömürgecileri bunun bedelini Karanfil Devrimi olarak ödediler.
1960’larda Amerika’nın Vietnam’a karşı yürüttüğü savaşa yönelik protesto eylemleri, çok geçmeden Türkiye dahil bütün dünyayı saran 1968 yangına dönüştü.
Savaşlar insanların yaşamını alt üst ettikçe, kapitalist toplumun acımasız gerçeklerini ortaya çıkardıkça, cepheye gidenler geri dönmemeye başladıkça, fiyatlar yükseldikçe, vatan millet edebiyatının arkasında gizlenenlerin savaştan edindiği rant büyüdükçe emekçi kitleler yüzlerini “en sola” devrimci sosyalizme dönmeye başladılar.
Kuşku olmasın bu savaş da benzer sonuçlara yol açacaktır. Savaş derinleştikçe Doğu Akdeniz bölgesinden Bengal körfezine kadar bütün bir bölge devrimci kalkışmaların odağı haline gelebilecektir. Hindistan ve Pakistan arasındaki anlaşmazlıkların nereye varacağı belirsizdir. Pakistan’daki diktatörlüğün ömrü sanıldığı kadar uzun olmayabilir.
Keza Ortadoğu tehlikeli gelişmelere gebedir. Arap yarımadasındaki petrol zengini ülkelerin yönetici sınıfları geçmişte böl yönet politikaları ile iktidarlarını koruyabiliyorlardı. Petrol gelirlerinin bir kısmını yerli halka ‘sosyal hak’ olarak verebiliyorlar, pis işleri ise göçmen işçilere yaptırabiliyorlardı.
Ancak kriz onları da vurdu. Suudi Arabistan’ın kişi başına milli geliri 10 yıl öncesine göre yüzde 75 azaldı. Suudi Arabistan kadar petrole sahip olmayan Mısır’da durum daha da vahim.
İflas etmiş ekonomisine bakmaksızın yayılmacı maceralara kalkışacak bir Türkiye’nin ne büyük bir yıkıma düşeceğini, egemen sınıfların şimdi bile patlamasından çekindiği öfkenin nasıl yoğunlaşacağını tahmin etmek güç değil.
Bölge halkının ve emekçilerinin öfkesinin doğrudan devrimci sosyalizme yöneleceğini sanmak saflık olur. Bölge emekçilerinin biricik kurtuluş yolu iktidarı kendi ellerine almalarından geçer. Tarihsel programının başına bunu yerleştiren devrimci marksizm emperyalist barbarlığın karşısında tek sahici alternatifdir. Bu alternatifi ete kemiğe dönüştürmek ise biz devrimci sosyalistlerin varoluş nedenidir.
Devrimci sosyalizm bugün tarihinde hiç olmadığı kadar güçsüzdür. Ama bulunduğumuz noktada umutsuzluğa izin yoktur.
Bugün insanlığın önüne savaşları ve emperyalizmi tarihin çöplüğüne yollayacak bir uluslararası seçenek koymak hayati önem taşımaktır. Seattle’la başlayan anti-kapitalist hareket tam bu noktada önem kazanmaktadır.
Küresel direniş hareketi başlangıçta kimi solcular tarafından bile ‘bir orta sınıf hareketi’ olduğu savıyla küçümsenmişti. Ancak savaşın başlamasıyla tereddüt etmeksizin savaş karşıtı bir tutum takınması hem bu hareketin ilerici özünü hem de taşıdığı devrimci potansiyeli bir kez daha ortaya koydu.
Böyle bir uluslararası hareketin varlığı devrimciler için kaçırılmaması gereken bir şanstır. Şimdi görev bu hareketin büyük Ekim Devrimi geleneği ile buluşmasını kaynaşmasını sağlamaktır. Ancak bu kaynaşmayı sağlayacak uluslararası devrimci özne henüz şekillenmiş değildir.
Uluslararası bir devrimci seçeneğin şekillenmesi emperyalist savaşa karşı sosyalist devrimi savunan, Ekim’in geleneğine ve küresel direnişe aynı coşkuyla sahip çıkan ulusal ve uluslararası tüm devrimci güçlerin birliğini en azından ittifakını gerekli kılar.
Zengin bir sol geleneğe ve deneyime sahip Türkiye devrimci sosyalizminin gerek kendi içbirliği gerekse de uluslararası birlik yolunda atacağı her adım küresel direnişe ve uluslararası işçi sınıfına yapılacak katkıların en anlamlısı en onurlusu olacaktır. Tarihin zayıf omuzlarımıza yüklediği zorlu ama zevkli görev işte budur!
SA Bülteni 3, 1 Aralık 2001
saçmaaaaaaaa
çok güzel bir internet sitesi tebrik ederim
iğrenc valla odevimi aradım ama yoqtu o yuzden beyenmedim bide anlamadığım bir suru kelimeler var siz bariz hepiniz salaksınız:d