Kategoriler
Tarih Teori

‘Pogrom’ ve amacı

Pogromlar ““votka sarhoşu ve kan kokulu” sokak serserileri tarafından gerçekleştirilse de pogrom fikrinin doğum yeri üst sınıfların elit ortamlarıdır ve hareket planının ayrıntıları devletin karanlık mahfillerinde şekillendirilir.

“Pogrom” uluslararası literatüre Rusça’dan girmiş bir kavram. Rus dilinde “zulmetmek, şiddet kullanarak yok etmek” gibi anlamlar içeriyor. İlk kez dillendirilmesi 1821‘de Odesa‘da Yahudilere karşı büyük bir kıyım gerçekleştirilmesinin ertesine rastlıyor. Çar II. Alexander‘ın Narodniklertarafından öldürülmesinin ardından yükselen Yahudi karşıtı dalga ve saldırılar sırasında (1881-1884)yaygın olarak kullanılmaya başlanıyor. Bu tarihsel arkaplandan dolayı “pogrom” uluslararası literatürde genellikle “Yahudilere yönelik şiddet eylemleri” için kullanılıyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinde gerçekleşen Yahudi karşıtı şiddet eylemleri de bu kavramla adlandırılır oluyor.

1900’lerin başında Rusya‘da üçüncü büyük pogromlar dalgası boy gösteriyor. Çocukluğu antisemitizmin ve Yahudilere yönelik saldırganlıkların gündelik hayatın bir parçası haline geldiğiUkrayna‘da geçen 1905 ve 1917 Rus Devrimi‘lerinin liderlerinden biri olan Leon Troçki, 1905 Devrimi’ni ele aldığı ünlü çalışmasında pogromların karakterini şu cümlelerle özetliyor:  

“Küçük dükkân sahibi ve dilenci, meyhaneci ve onun daimi müşterileri, kapıcı ve polis ajanı, profesyonel ve amatör hırsız, küçük zanaatkâr ve genelev kapıcısı, aç, sessiz mujik ve makinenin gürültüsünden sağır olan dünün köylüleri; hepsi oradaydı. Canından bezdiren sefalet, ümitsiz cehalet ve baştan çıkaran çürüme, kendisini ayrıcalıklı kişisel çıkar ve egemen sınıf anarşisinin emrine verdi.

(…) Pogromcular kitlesi (eğer “kitle” doğru sözcükse) az çok gelişigüzel bir durumda kalırken, sloganlarını ve parolalarını yukarıdan alan ve her cinayet operasyonunun yerine ve zamanına karar veren çekirdek daima disiplinliydi ve paramiliter tarzda örgütlüydü. Polis departmanından bir memur, Komissarov, şöyle diyordu: “Her çeşit pogromu düzenlemek mümkündür, isterseniz on kişiyi kapsar, isterseniz on bin.”

Herkes yaklaşan bir pogromu önceden biliyor. Katliam bildirileri dağıtılıyor, resmi yerel gazetelerde kana susamış makaleler yayınlanıyor, bazen de ortalıkta özel bir gazete dolaşmaya başlıyor. Odesa valisi kendi adına provokatif bir bildiri yayınlıyor. Uygun zemin hazırlandığında, gezgin bir “uzmanlar” grubu ortaya çıkıveriyor. Bunlar, cahil kitleler arasında uğursuz söylentiler yayıyorlar: Yahudiler Rusya’ya saldırmayı planlıyorlar, bazı sosyalistler kutsal ikonu kirlettiler, bazı öğrenciler Çarın portresini yırttılar. Üniversitenin olmadığı yerlerde söylenti liberal kırsal konseye ya da hatta liseye uyarlanarak yapılıyor. En vahşi haberler, bazen resmi bir damga taşıyarak, telgraf telleri boyunca geziyor. Derken teknik hazırlık çalışması tamamlanıyor: isim listeleri hazırlanıyor, özel dikkat gösterilecek evler işaretleniyor, genel bir stratejik plan hazırlanıyor, belirlenen günde aç kalabalık varoşlardan çağrılıyor. O gün katedralde özel bir görev yerine getiriliyor. Piskopos kutsal bir nutuk veriyor.

Önde rahiplerle, polis şeflerinden alınmış bir Çar portresiyle, pek çok ulusal bayrakla, yurtsever bir tören başlıyor. Bir askeri bando durmaksızın çalıyor. Polis, kenarlarda ve törenin arkasında yürüyordu. Kara Yüzlerin önde gelen üyelerini, vali selâmlıyor, polis şefi herkesin önünde kucaklıyor. Kiliseler tören yolu boyunca çanlarını çalıyor. “Şapkaları çıkarın!” Gezi “rehberleri” ve sivil elbiseler içindeki yerel polisler, değiştirmeye zaman bulamadıkları sürekli giydikleri üniforma pantolonları hâlâ üzerlerinde, kalabalığın arasına dağılıyorlar. Gelişmeleri dikkatle gözlüyor, kalabalığı tahrik ediyor ve herşeyin izinli olduğu izlenimini vererek ve açık eylem için sürekli bir bahane arayarak onu teşvik ediyorlar. Birkaç camın kırılması, yoldan geçen birkaç kişinin dövülmesi ile işe başlamak için, başı çekenler yolları üzerindeki her meyhaneye giriyor ve içiyor, içiyor, içiyorlar. Bando, hiç durmaksızın, katliam ilahisi “Tanrı Çarı Korusun”u çalıyor.

Eğer elde hiçbir bahane yoksa onlar bir tane yaratıyor: birileri bir çatı katına tırmanıyor ve genellikle kalabalığın üzerine kurusıkı ateş ediyor. Polis revolverleriyle silahlanmış devriyeler, kalabalığın öfkesinin korku yüzünden felce uğramamasını güvenceye alıyorlar. Provokatörün ateşine, önceden seçilmiş apartmanların camlarından yaylım ateşiyle yanıt veriyorlar. Bazı dükkânlar yağmalanıyor, çalınan kumaş ve ipek, yurtsever törenin çiğnediği zemine saçılıyor. Herhangi bir direnme olursa düzenli birlikler imdada yetişiyor. İki-üç yaylım ateşiyle, direnenleri vuruyor ya da onları menzil içine sokmayarak güçsüz kılıyor. Önden ve arkadan ordu devriyeleriyle korunan, keşif için bir Kazak müfrezesiyle, önderleri olarak polisler ve profesyonel provokatörlerle, figüran rolündeki paralı askerlerle, bedava kazanç gönüllülerinden oluşan votka sarhoşu ve kan kokulu çete, şehre üşüşüyor.

(…) Ve serseri yanılmıyordu. Resmi bürokrasinin içinde ve dışında kurulan, bizzat yüzden fazla büyük yerel yöneticiye seslenebilen ve komuta merkezleri saray danışmanlar grubu arasında bulunan bu yarı-resmi pogromcular ve hırsızlar çetesinin en yüce koruyucusu, tüm Rusya’nın otokratından başkası değil.” (Çarın Adamları İşbaşında, Lev Troçki, 1905, Tarih Bilinci Yayınevi, İstanbul, 2000)

Troçki “pogrom”u sınıflar arasında mücadele bağlamında alıyor: Ekonomik krizler sonucu yoksullaşan alt ve orta sınıfların gericileşmesi ve devletin “votka sarhoşu ve kan kokulu” bu güruhun öfkesini Yahudi toplumuna doğru kanalize etmesi… Odessa pogromu sırasında derin bir ekonomik kriz vardı, Çar II. Alexander suikastinin ardından yükselen pogromlar dalgasında ekonomik ve siyasal kriz vardı ve nihayet 1903-1906 pogromlar dalgası yine büyük bir ekonomik ve siyasi krizin  ürünü olarak, “devrim-karşı devrim” mücadelesinin diyalektiği bağlamında gündeme geldi.

Buna tersten bir örnek olarak Petersburg gösterilebilir. Bu şehir işçi hareketinin ve devrimin kalesiydi. Petersburg’da hiç pogrom yaşanmadı.

“Matbaa İşçileri Sendikası her an nöbetteydi. Bugün bir yayımcının atıl durumdaki sansür bürosuyla temasa geçerek Sovyetin kararını çiğneme girişimine son veriyordu. Ertesi gün bir pogrom ilânını bastırmak için atıl bir baskı makinesini kullanma planını engelliyordu. Bu tür durumlar giderek sıklaşıyordu. Pogrom yazınıyla mücadele, “bir grup işçi” imzasını taşıyan ve “yeni Çarlar” dedikleri sosyal demokratlara karşı isyan çağrısı yapan bir bildirinin 100.000 nüshalık siparişine el konulmasıyla başladı. Bu pogrom bildirisinin orijinal metni Kont Orlov-Davidov ve Kontes Musin-Puşkin imzalarını taşıyordu. Dizgiciler Sovyetten talimat istediler; Yürütme Komitesi yanıt verdi: basımı durdurun, stereo­tipleri yok edin, bitmiş bütün nüshalara el koyun. Ve Yürütme Komitesi, doğuştan soylu serserilerin orijinal bildirisini, kendi yorumları eşliğinde sosyal demokratların gazetesinde yayınladı.

Hem Yürütme Komitesi hem de Matbaa İşçileri Sendikası tarafından kabul edilen genel prensip, şiddete ve pogromlara doğrudan çağrıda bulunmayan metinlerin basımına izin vermekti. Dizgicilerin birleşik çabaları sayesinde bütün pogrom yazını özel matbaalardan uzak tutuldu, bu tür metinler yalnızca kapıları ve kepenkleri sıkıca kapalı polis şubesinde ve jandarma müdürlüğünde, daha önce devrimcilerden ele geçirilen ve elle çalışan matbaa makineleriyle basılıyordu.” (Troçki, Bastil Sansürüne Hücum, age)

Troçki’nin çizdiği çerçeve üzerinden “pogrom”un temel yönlerini şöyle sıralayabiliriz.

Pogromlar ırkçı-saldırgan “halk eylemleri”dir. “Pogrom kitlesi”ni çoğunlukla lumpenler, umutsuz alt ve orta sınıflar oluşturur. Bunlar modern kapitalizmin tarihsel olarak gereksizleştirdiği, krizlerin getirdiği yoksullaşmaya karşı koyma imkanları olmayan ve durumlarının kötüleşmesinden sistemin kendisini değil azınlıkları, işçi sınıfını ve onun örgütlerini sorumlu gören, bunu daha kolay bulan, 20. yüzyılda faşist hareketlerin kitlesini oluşturacak dar kafalı, küçük adamlardır.

Toplumun en alt katmanlarından gelen bu adamlar, krizin sonuçlarına kolektif olarak karşı koyma imkanlarına sahip olmadıkları gibi gerçekte antisemitist bir saldırganlık eylemi örgütleme yeteneğine de sahip değildir. Marx’ın köylülük için söylediği “patates dolu bir çuvalın bir çuval patates meydana getirmesi” durumu pogrom kitlesini oluşturan sınıflar için de geçerlidir. Kısaca pogromlar “milliyetçi hassasiyete sahip vatandaşların” bir anda, kendiliğinden patlayanöfkesinin ürünü değildir.

Pogromlar ““votka sarhoşu ve kan kokulu” sokak serserileri tarafından gerçekleştirilse de pogrom fikrinin doğum yeri üst sınıfların elit ortamlarıdır ve hareket planının ayrıntıları devletin karanlık mahfillerinde şekillendirilir.

Dolayısıyla pogromun arkasında bir “bilinç” olduğu gibi belirlenmiş amaçlar vardır. Amaç çoğunlukla Yahudi toplumuna korku salarak yaşadığı toprakları terk etmesini sağlamaktır. Boykot, tehdit, yağma ve hatta katliam bu amaca ulaşmak için kullanılan araçlardır. Lumpen kitleler şiddet üretmeye meyilli olsa da onları harekete geçiren sınıflar ve devlet şiddetten keyif alan psikopatlar gibi davranmaz. Amaca ulaşmak için katliam gerekmiyorsa “akıl” katliamı tercih etmez hatta“Yahudi sorunu”nun mümkün olan en gürültüsüz şekilde halledilmesini yeğler.

Özetle “katliam”ı pogromun karakteristik özelliği olarak görmek bizi yanlış yapmaya götürebilir. Katliam boyutlarına ulaşmayan pogromlar da vardır. Bunlara Türkiye tarihinde de rastlamak mümkün. Örneğin İstanbullu Rumlara yönelik “6-7 Eylül olayları” böyledir.  6-7 Eylül’de de olaylar katliam boyutlarına varmadı, çünkü tıpkı 1934’de Trakya’da yaşayan Yahudi toplumu gibi 1955’te İstanbul’da yaşayan Rum toplumu da saldırganlara direnebilecek durumda değildi, bir avuçtu ve lumpen çetelerin arkasında devletin olduğunu biliyordu. Rumların yüzlerce yıldır yaşadığı İstanbul’u terk etmesi için ev, işyeri ve ibadethaneleri tahrip etmek yeterli olmuştu.

Bazen de pogromcular püskürtüldüğü için olaylar katliam varmayabilir. 1970’lerin sonunda Maraş, Çorum, Sivas, Malatya, Yozgat gibi Anadolu kentlerinde Alevilere yönelik pogrom girişimleri gündeme geldi. Amaç yine aynıydı buralarda yaşayan Alevi nüfusu kovmak. Maraş‘ta olayların boyutu hamile kadınların kasap çengellerine asıldığı iğrenç bir katliama ulaştı ama Çorum‘da halk ve devrimci güçler daha hazırlıklıydı saldırganlar barikatları aşamadılar.

“Pogromun kitlesi”nin sokak serserilerinden ve umutsuz alt sınıflardan oluştuğunu onları harekete geçiren “akıl”ın dışarda ve üst sınıflar ve devlet katlarında olduğunu vurgularken “Pogrom basını”nın rolünü de es geçmemek gerekir. Pogrom basını ilkel antisemitizme argümanlar üreterek bilinçli bir forma sokmaya çalışır ve yalan haberlerle kitleleri harekete geçmek üzere kışkırtır. Pogroma zemin hazırlar, bir yönüyle patateslerin içine konduğu kese kağıdı olur.

Sonuç olarak pogromu, egemen sınıfların çıkarları, hedefleri ve yönlendirmesi sonucunda, genellikle kışkırtıcı bir basın propaganda faaliyeti eşliğinde, alt sınıftan kitlelerin azınlıklara saldırması/saldırtılması olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır.

Yorum bırakın